24 Nisan 2014 Perşembe

Büyüme tahminleri şimdiden şaştı Hem FED’in tahvil alımlarını kısmasının etkisi hem de 17 Aralık sürecinin ekonomiye yansımaları nedeniyle büyüme tahminleri geriye çekildi. Birçok aracı kurum 2014 yılı için ekonomik büyüme beklentisini revize etti.

Hem FED’in tahvil alımlarını kısmasının etkisi hem de 17 Aralık sürecinin ekonomiye yansımaları nedeniyle büyüme tahminleri geriye çekildi. Birçok aracı kurum 2014 yılı için ekonomik büyüme beklentisini revize etti.
Son 10 yıldır gelişmekte olan ekonomiler arasında en öndeki ülkeler kategorisinde yer verilen Türkiye, ABD Merkez Bankası’nın (FED) tahvil alımlarını kısmaya başlamasıyla en kırılgan ekonomi olarak tanımlanır oldu. Türkiye’nin yıldızının parlamasındaki en önemli itici motivasyonu yüksek büyüme potansiyeli oluşturuyordu. İç tasarrufların yetmemesi dolayısıyla yüksek dış finansman ihtiyacı ve yüksek cari açığın yarattığı endişeler, Türkiye algısının olumsuz değişimini beraberinde getirdi. Keza FED’in tahvil alımını aylık 65 milyar dolara düşürmesi ve içeride artan siyasi sıkıntılara bağlı olarak yükselen döviz ve faizler, büyüme beklentilerinin daha şimdiden revize edilmesine neden oldu. Yılbaşında yüzde 3,5-4 civarında olan 2014 büyüme beklentileri, revize edilerek yüzde 1,5’lere kadar düşürüldü.

Ekonomistler, önümüzdeki dönemde dış konjonktürde Türkiye’ye “dost” bir hava olmayacağını belirterek, siyasi riskin azalmaması halinde sıkıntıların artabileceği uyarısı yapıyor.
Türkiye’nin görünümünü negatife çeviren uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standart & Poors açıklamasında, Türkiye’nin net dış finansman ihtiyacı kapsamında azalan rezervlerinin kredi zayıflığı gösterdiğini, politik ortamın daha az öngörülebilir hale geldiğini ve bu durumun ekonominin esnekliği ve uzun vadeli büyüme potansiyeline baskı yaratabileceğini belirtiyor. Kuruluş bu kaygılarla yüzde 3,4 olan 2014 yılı GSYİH büyümesini yüzde 2,2’ye düşürdü. Benzer durum birçok ekonomist ve kurum açısından da geçerli hale geldi. Nitekim daha önce yüzde 4 ve üzerinde büyüme beklediklerini belirten Denizli Sanayi Odası Başkanı Müjdat Keçeci, gelinen noktada iyimser bir bakışla büyümenin ancak yüzde 2,5 civarında gerçekleşebileceğini öngörüyor. Merkez Bankası’nın şubat ayında (yerli ve yabancı finans kurumları ve reel sektörden) 88 katılımcı ile yaptığı beklenti anketinde de büyüme beklentilerinin bir ayda önemli oranda düştüğünü gösteriyor. 2014 yılı büyüme beklentisi Merkez Bankası’nın bir önceki anketinde yüzde 3,2 iken, şubat anketinde yüzde 2,8’e geriledi. Merkez Bankası’nın aralık ayında gerçekleştirdiği ankette ise 2014 yılı GSYİH büyümesi yüzde 3,9 olarak bekleniyordu. Böylece Merkez Bankası anketleri de 2014 yılı beklentilerinin iki aylık dönemde radikal bir şekilde aşağı doğru revize edildiğini ortaya koyuyor.
Büyümeye dair karamsarlık giderek artıyor. Keza Türkiye’nin önde gelen finans kurumlarının büyüme beklentilerini Merkez Bankası beklenti anketinde ortaya çıkan ortalamanın da altına çektiğini görüyoruz. Fortune Türkiye olarak 20 civarında finans kurumu arasında yaptığımız araştırmaya göre, aralık başında yüzde 4’e yakın olan 2013 büyüme beklentileri, 17 Aralık operasyonu sonrasında yüzde 3’lere, Merkez Bankası’nın faizi artırması sonrasında ise ortalama yüzde 2-2,5’e revize edildi. Hatta bazı kurumların daha radikal bir revizyona giderek büyüme beklentisini yüzde 1,5’e kadar çektiğini görüyoruz. Burgan Yatırım Başekonomisti Haluk Bürümcekçi, “Büyüme şu anda en zor, kafa karıştıran bir mesele. Algı olarak farklı bir durum var ama gerçekte ne olacak bilinmiyor. Kur ve faiz artışının ardından büyüme tahminleri düşürüldü. Şu gün için yüzde 2,5 büyüme mümkün gözüküyor” diyor. Bürümcekçi gibi 2014 için yüzde 2,5 büyüme bekleyen 4D Ekonomi Yönetim Danışmanlığı Yönetici Ortağı ve Ekonomist Sengül Dağdeviren ise bu oranda bir büyümenin kolaylıkla gerçekleşebileceğini söylüyor. TSKB Başekonomisti Gündüz Fındıkçıoğlu da yüzde 2-2,5 aralığında bir büyüme beklediğini, ancak ihracatın yapacağı katkının artması durumunda büyümenin yukarı çıkabileceğini söylüyor.

Peki, Türkiye ekonomisinin hız kaybetmesinin nedenleri neler? Bu soruyu iç ve dış etkiler olarak kategorize ederek cevaplamak mümkün. Öncelikle dış konjonktüre bakmakta yarar var. Başta FED olmak üzere küresel krizi aşmaya çalışan gelişmiş ülke merkez bankalarının piyasayı paraya boğması, gelişmekte olan ülkelere fon akışının hızlanmasını da beraberinde getirdi. Bu dönemde artan likidite Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı gelişmekte olan ülkelerde büyümeyi kışkırtıcı etki yarattı. Ancak FED’in aylık tahvil alımlarını aralık ve ocak aylarında 10’ar milyar dolar azaltarak 85 milyar dolardan 65 milyar dolara çekmesi, gelişmekte olan ülkeler açısından olumsuz bir dönemin başladığının da bir göstergesi.
Bol ve ucuz paranın Türkiye’de büyümeyi kışkırttığını belirten Okan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Taner Berksoy, “Rüzgar tersine döndüğünde ise bundan en fazla etkilenen ülke de biz oluyoruz” diyor ve ekliyor; “FED’in likiditeyi daraltma kararı, bütün gelişmekte olan ülkelerin büyümeleri üzerinde depresif etki yarattı.” Biraz daha detaylandıracak olursak, Türkiye, iç tasarrufları yetmediği için temelde dış kaynakla büyüyen bir ekonomi. Böyle olunca da daralan dış kaynaklar, Türkiye’de büyüme hızının gerilemesini beraberinde getiriyor. Çünkü küresel likiditenin sınırlanacağı bir ortamda Türkiye’ye düşecek pay da o oranda daralacak. Bu da Berksoy’un deyişiyle, büyüme üzerinde depresif bir etki yaratıyor. Ancak Berksoy, Türkiye’nin uluslararası likiditenin daralma sürecine en duyarlı ülkelerden biri olduğunu belirterek şunları da ekliyor; “Çünkü bizim dış kaynak kullanma oranımız, yani cari açığımızın GSYİH’ye oranı yüksek. Küresel likiditenin daralmasına ve fon akışının gelişmiş ülkelere yönelmesiyle Türkiye’ye olan fon arzının daralması faizlerin de yükselmesini beraberinde getiriyor. Tabii döviz girişinin azalması, hatta çıkışı kur üzerinde baskı oluşturduğu için de dövizde artış yaşanıyor. Yani bir yandan kaynak miktarı daralıyor, diğer yandan kaynak kullanım maliyeti artıyor. Dolayısıyla uluslararası likiditenin daralmasında biraz daha rahatsız olacağız.”
“Başta hükümet olmak üzere herkes FED’in politika değiştireceğini biliyordu. Ama buna karşı hükümet de iş dünyası olarak bizler de önlem almadık. Bu durumu sürekli konuştuk ama riske karşı bir önlem almadık” diyen Müjdat Keçeci, Türkiye’nin bu süreci iyi yönetmediği kanaatinde. Taner Berksoy da, “Bu riskleri iyi yönetebilseydik büyüme daha az yavaşlardı. Ama biz bu durumu yönetemiyoruz. Hem kur hem de faiz üzerinde ilave baskı yaratacak siyasi riskler doğuruyoruz” diyor. Keza 17 Aralık’ta yapılan “rüşvet ve yolsuzluk” operasyonu sonrasında yaşananlar Türkiye’de bir “devlet krizine” dönüştü. Önümüzde üç seçim (yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler) olduğu göz önüne alındığında siyasi tansiyonun daha da yükseleceği beklentileri tedirginliği artırıyor. Büyüme oranlarının revize edilmesi de bu tedirginliğin bir göstergesi. Çünkü FED’in politika değişikliği sonrasında yüzde 3.5’in üzerinde olan büyüme beklentileri, ancak siyasi sorunların baskısıyla artan döviz ve faizler sonrasında revize edildi. Çünkü gerek yatırımcı gerekse tüketicilerin davranışlarındaki en temel belirleyici olan unsur “güven ve istikrar”. Son dönemde güven ve istikrar ortamının bozulmasıyla gerek yatırım gerekse tüketici güveninde ciddi kayıpların yaşandığı hissediliyor. İş dünyası zorunlu olmayan tüm yatırımlarını rafa kaldırırken, tüketim harcamalarında da frene basıldığı görülüyor. Keçeci de, “Türkiye’de siyasi hayattaki huzursuzluklar ve dengesizlikler sanayiciyi ürkütüyor. Çünkü sanayici her şeyden önce istikrar ve geleceği görmek ister. Bugün böyle bir ortamdan uzağız” diyerek siyasi sorunlara dikkat çekiyor.
Dış konjonktürün, geçmiş 10 yıldakinin aksine Türkiye gibi ülkelerin aleyhine döneceğini gören ekonomi yönetimi, geçen yıldan itibaren para politikası aracılığı ile bir dizi önlemi devreye soktu. Türkiye’nin en kırılgan ülke olarak algılanmasına neden olan cari açığın düşürülmesi amacıyla son 10 yılda hızlı tırmanış sürecine giren tüketici kredileri ve kredi kartı harcamalarına yönelik yeni düzenlemeler yapıldı. Kredi kartı taksit sayısının sınırlanması, bazı alanlarda takside izin verilmemesi, yine kredi kartı ve bireysel kredilere yönelik olarak bankaların sermaye ve karşılık oranlarına ilişkin yapılan düzenlemelerin toplamda kredi kartı ve bireysel kredi hacimlerinde fren oluşturmaya başladığı ve bunun da iç talebe olumsuz yansıdığı görülüyor. Bireysel kredi ve kredi kartları üzerinden iç talebi sınırlayıcı önlemlerin etkisiyle talepte büyük bir frenin kaçınılmaz olduğunu belirten Keçeci, dış finansman koşullarının sıkıntıya girdiği böyle bir ortamda bu tür önlemlerin devreye konmasını doğru bulmadığını vurguluyor. Keçeci, “Talepteki eksiklikler şirketleri zora sokacak. Tahsilatlarda sıkıntılar şimdiden başladı. Hedeflediği ciroyu sağlayamayan üretici, borçlarını ödemekte zorlanacak” diyor. İş dünyasının yatırımları askıya almasının yanında büyük kamu projeleri de dış finansman koşulları nedeniyle sıkıntıya girecek gibi. Bu da büyümenin daha da aşağı çekilmesine neden olabilir.
Büyümenin beklentiler ışığında gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin cevabı da yine FED’in izleyeceği politikanın yanı sıra siyasetteki gelişmelere bağlı. Bürümcekçi, “Siyasetteki olası gelişmelerin büyümeye yansıması çok önemli. Bunun yanında FED’in faizi ne zaman artıracağı da çok belirleyici. Diğer yandan Amerika’da veriler zayıfladığında seviniyoruz ama küresel zayıflama eğilimi Avrupa’yı da etkileyebilir ve Türkiye açısından ihracatın durumu kurtarma hali azalabilir” uyarısını yapıyor. Özellikle siyasette yaşananlar temel belirleyici olacak. Bu noktada iş dünyası 30 Mart seçimleri sonrasında siyasi belirsizliğin ortadan kalkacağını beklese de durum öyle görünmüyor. Nitekim birçok siyasi analist 30 Mart’ta çıkacak sonuçların belirsizliği daha da artırabileceği kaygısını taşıyor. Sengül Dağdeviren de Türkiye için genel seçimin önemli olduğunu belirterek, bu noktada erken genel seçime gidileceğini ileri sürüyor. Mart seçimlerinin politikacılar üzerinde çok şeyi değiştireceğine inandığını belirten Keçeci ise 30 Mart’ı milat kabul ediyor ve uyarıyor; “Mart seçimleri sonrasında siyasi stratejiler yeniden belirlenecek ve bu durum da bilemediğimiz yeni riskler doğurabilecek.”
Türkiye’nin ancak yıllık yüzde 5’in üzerinde büyümesi durumunda işsizliği azaltabileceği ortak kabul edilen bir durum. Bugün gelinen noktada yüzde 10’lara yaklaşan işsizlik oranının önümüzdeki dönemde artacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Berksoy da yüzde 2-2,5 büyüme halinde ciddi bir işsizlik sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyor. Sonuçta dış konjonktürün tersine döndüğü, bir anlamda rüzgarın karşıda estiği bir dönemde Türkiye, maalesef “yine yeni yeniden” siyasi krizler yaratarak; ekonominin bozulmasına, düşük büyüme, artan işsizlikle karşı karşıya kalıyor.

kaynak http://fortuneturkey.com/

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 

Copyright © İş Haberleri ve Ekonomi portalı Design by O Pregador | Blogger Theme by Blogger Template de luxo | Powered by Blogger